02 Sep
02Sep
Dünyaya ya da daha doğrusu ‘içine doğduğumuz dünyaya’ farklı bir gerçeklikle uyanıyoruz.


Bu gerçeklik hepimizin kaygı ve korku duygularını yaşamasına neden olsa da aslında bu durumun insanlık için yeni olmadığını ve tarihte benzer örneklerinin bulunduğunu biliyoruz.


Bu örnekler bize, bilimin ışığında yapılan çalışmalarla bu sürecin önlenebilir olduğunu gösterdi ve gösterecek.. Yine de bu gerçek ve bu gerçeğe ilişkin alınan önlemler çerçevesinde yaşamaya devam ediyoruz.


Bu gerçeklik bize pek çok şey anlatmakta..


Peki toplumsal bazda neler anlatmakta…


Bunlardan biri sağlığımızı korumak adına geçmişte olduğu gibi şimdi de büyük özveriler ile çalışan ‘temizlik ve sağlık çalışanlarının’ bununla birlikte özellikle ‘evde kalınan günlerde’ ihtiyaçlarımızı karşılamamızı sağlayan market çalışanlarının ve bu ihtiyaçları bizlere zamanında ulaştıran kurye çalışanlarının, her zaman bizlerin ‘gizli kahramanları’ olduğu ve bu çalışanların toplumsal dayanışmanın en büyük göstergeleri olduğu gerçeğidir. Bir diğeri hepimizin bu dünyadan ‘aynı ölçüde’ etkilendiği gerçeğidir. Her insan ötekiyle belli bir bağ içerisindedir. Bu doğrultuda bireysel bazda yaşanan ‘ekonomik, sosyal, psikolojik’ her sorun toplumsal düzenden bağımsız değildir. Bu nedenle ‘bireysel sorunlar’ toplumsal alanda ele alınması gereken konulardır. Dolayısıyla daha iyi bir dünya için bireysel değil toplumsal refahın da sağlanması şarttır.


Peki bireysel bazda baktığımızda bu süreçte hangi sonuçları çıkarmaktayız?


Yaşama dair önem sıralamalarımız değişmekte, kendimize ve hayata dair farkındalığımız artmaktadır.


Örneğin sahip olduğumuz en önemli şeyin sağlığımız olduğunu görmekteyiz. Sağlıklı olmak ve virüsten korunmak için pek çok yöntemi günlük yaşamımızda ‘kısıtlı sınırlarımız’ dahilinde uygulamaktayız. Peki bunlar yeterli oluyor mu?


Sağlıktan bahsettiğimizde bu yapının en önemli bileşenlerinden biri olan ruh sağlığımızı göz ardı etmememiz gerekiyor.

Peki ruhsal dünyamız bu süreçten nasıl etkilenmekte?

Korku ve kaygı duygularının şiddetlendiğini görmekteyiz.

Bu sebeple korku ve kaygı kavramlarının temelinden bahsetmek bu durumun anlaşılmasında etkili olacaktır.

Korku ‘şu anda’ var olan gerçek bir tehdit karşısında yaşanan bir duygu iken kaygı gelecekte yaşanması muhtemel olumsuz durumlara ilişkin duyulan tedirginlik, rahatsızlık durumudur.

Korku, ‘gerçek tehdit’, kaygı ‘algılanan tehdit’ ile doğru orantılıdır.

Korkuda tehlike nesnel bir gerçeklik olarak var iken, kaygıdaki tehlike gizli ve özneldir

Kaygı kişinin o olaya verdiği anlama bağlı olarak değişeceğinden şiddeti de kişiden kişiye değişecektir.

Peki olası bir tehdit durumlarını nasıl değerlendiriyoruz?

Öncelikle o durumun ne kadar tehlikeli olduğunu ve bu süreçle nasıl baş edeceğimizi düşünüyoruz. Eğer durumu kontrol edilebilir olarak değerlendiriyor ya da bu süreçle etkin baş edebilecek kaynaklara sahip olduğumuzu düşünüyorsak o halde yaşadığımız kaygının şiddeti ‘baş edilebilir’ düzeyde oluyor.

Corona virisü salgını özellikle risk grubundaki bireylerde (60 yaş üstü ve kronik rahatsızlıklara sahip bireyler) belli bir tehdit unsuru oluşturduğu için kaygı ve korku duygularımızın bu süreçte artması olağan bir durumdur.

Ancak alacağımız önlemlerle birlikte, acil ihtiyaçlarımız dışında evde kalmaya devam ederek bu tehdide karşı önlem almamız mümkün.

Burada önemli bir diğer nokta, sahip olduğumuz kaynaklar ve bu kaynakları nasıl değerlendirmemiz gerektiğidir.

Ruh sağlığımızı koruyan en önemli kaynaklar alacağımız önlemlerle birlikte kendimize yaptığımız kişisel yatırımlar ve sosyal destek unsurlarımızdır.

Bu süreçte sevdiklerimiz ile telefon görüşmeleri, online görüşmeler yaparak duygusal temasların korunması son derece önemlidir. Yaşadığımız duyguları ifade etmek, anlaşılmak onaylanmamızı sağlarken; sevdiklerimizin ilgi ve şefkati ile sevildiğimizi hissetmek kendimizi değerli hissettirir.

Kişisel yatırımlarımız ise kendimize fiziksel, ruhsal, ekonomik, kültürel alanda yaptığımız yatırımların bütününü oluşturur. Bu yatırımları yaptığımız seçimler şekillendirir.

Bu arada ‘ölüm korkusundan’ bahsetmek istiyorum.

Diğer tüm canlılardan farklı olarak, yaşamımızın bir sonu olduğunu ‘ölüm gerçeğini’ bilen her insan buna ilişkin korkular yaşamaktadır. Özellikle bu süreçte ‘ölüme’ ilişkin korkularımızın arttığını görmekteyiz.

İrvan Yalom ‘Hayat ne kadar yaşanmamışsa ölümden o kadar korkarız.’ demiştir.

Aslında ölüm bir ayna olarak, zamanımızı nasıl ve kimlerle değerlendirdiğimiz, hedeflerimize ne derece ulaştığımızı sorgulamamızı sağlar.

Bu süreçte aslında geçmişte yaptığımız kişisel yatırımlarımızın bize uygun olup olmadığını da sorgulamaktayız.

Dolayısıyla ölüm bize zamanın değerli olduğunu, yaşamımıza anlam katan seçimler yapmamız gerektiğini bize anlatır.

Bu doğrultuda varoluşunun sonlu olduğunu kabullenip, kişisel yatırımların hayata dair beklentilerimizle uygun biçimde yapmak ve zenginleştirmek, zamanı iyi değerlendirmek, yaşam taleplerini ertelememeye gayret etmek ve geçmiş yaşantılara takılıp kalmayarak ‘hedeflerimiz ve arzularımız doğrultusunda’ şimdinin olanaklarını kullanmak duyulan korkunun şiddetinin azalmasını sağlayacaktır.
Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.