05 Jul
05Jul

NARSİSİZM


Freud, Narsisizm Üzerine: Bir Giriş (1914) makalesinde Narsisizm’i ‘benliğin libidinal yatırıma uğraması’ olarak tanımlar.


Kısacası narsisizm, kişinin benliğine dış nesnelere yaptığı sevgi, ilgi, şefkat, kabul gibi ruhsal yatırımın benzerini yapması; benliğini sevgi nesnesi olarak değerlendirmesi durumudur.


Kernberg bu yatırımın kaynağında, benlik ile ruhsal yapılar ve dışsal etmenler arasındaki ilişkilerin yer aldığını vurgulamıştır.


1. Dışsal etmenler: İnsan ilişkilerinden sağlanan libidinal doyum, ben amaçlarının ve emellerinin sosyal etkililikte ve başarıda doyumu, yaşanan çevrede gerçekleştirilen entellektüel ve kültürel emellerin doyumu narsisistik süreçlerin sağlıklı biçimde gelişimini olumlu yönde etkiler.


2. İçgüdüsel ve organik etmenler: Bedensel sağlık, iç güdüsel gereksinimlerin kişisel ve sosyal açıdan kabul edilebilir biçimde giderilmesi aynı işlevi görür.


3. Süperego ve İdeal Benlik: Süperegonun aşırı baskıcı ve cezalandırıcı özellikler göstermemesi, içselleştirilen kuralların esnek olması ve kişinin bu kurallar çerçevesinde yaşaması kişinin özsaygısını artırır. İdeal Benlik olarak tanımlanan ‘ulaşılması istenen benin’ hedeflerinin gerçekçi düzeyde olması, başka bir deyişle var olan benlik ile olması istenen ben arasındaki mesafenin yakın olması benlik değerini olumlu yönde etkiler.


4. İçsel nesne dünyası: Benlik ile içsel nesneler arasında olumlu ve sevecen ilişkinin hâkimiyeti benlik değeri için bir başka önemli kaynaktır. Bu ilişki, içsel huzurun, yaşam sevincinin, mutluluğun ve iyimserliğin temel kaynağıdır. Ayrıca, olumlu içsel nesneler, yaşamdaki hayal kırıklıkları ile mücadele sürecinde benliği destekler ve koruyucu işlev görür.


Narsisistik yatırım ruhsal sağlığın korunmasında önemli olmakla birlikle, narsisizm ile patolojik narsisizm birbirinden ayrı kavramlardır.


NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU (NKB)


‘Patolojik Narsisizm’ terimi Kernberg’e göre nevrozdan narsisistik kişilik bozukluğuna dek uzanan geniş bir bozukluk yelpazesini kapsar (Kernberg, 1975). Her bireyin ruhsal dinamiğinde ‘narsisistik yapılar’ mevcuttur. Narsistik bireylerde bu yapılar diğer bireylerden farklı olarak kişiliğin ve ilişkilerin temelinde yer alır.


Narsisistik kişi, genellikle, kibirli, üstten bakan, kendini beğenmiş, soğuk, mesafeli ancak çoğu kez çekici bir izlenim verir. Diğer insanlara kıyasla özel ve üstün biri olduğunu düşünür. Bazıları sosyal ve mesleki olarak oldukça başarılıdır.


Narsisistik kişinin tüm çabası bu dünyada değerli, anlamlı ve meşru bir varlık olduğunu diğer insanlara kanıtlamaktır. Bunun için dış dünyaya kusursuz ve mükemmel görünmeye çalışır. Bu sayede insanların onayını, takdirini, beğenisini ve hayranlığını kazanan birey kendisini sevilebilir, güvende hissederek kendisinden memnuniyet duyar. Bu olmadığı takdirde hissettikleri huzursuzluk, sıkıntı ve çökkünlüktür.


Narsisistik kişi sürekli olarak mükemmel imajını besleyecek aynalamalara ihtiyaç duyar. Bu tepkileri elde etmek ve böylece büyüklük, üstünlük duygularını pekiştirmek için sürekli bir şeyler yapmak zorunda hisseden bu bireyler, çeşitli alanda performans zorlantısı içinde olurlar.


Narsisistik kişi, benliğinin uzantısı olarak gördüğü çevresindeki canlı ve cansız tüm nesnelerin de kendi mükemmelliğini yansıtmasını ve onların da mükemmel görünmelerini bekler. Bunlar: Ev, araba, giysi, gidilen mekanlar, partner, ilişki içinde oldukları insanlar, gruplar olarak sıralanabilir (Masterson, 1990).


Narsisistik kişi ‘ya hep ya hiç’ düşünce sistemi ile kendilerini ve dünyayı değerlendirir. Kişileri şöhretli, zengin, başarılı, güçlü dolayısıyla ‘önemli’ insanlar ile aşağılanabilir, değersiz, kusurlu, yetersiz yani ‘değersiz’ bireyler olarak iyiye ayırır. Narsisistik bireyler, ‘değersiz’ olarak nitelendirdiği grupta yer almaktan korkar (Kernberg, 1975). Sıradan olmak narsistik kişi için aşağılayıcı ve korkutucudur.


Narsisistik kişilerde büyüklenmeci benliğin çöktüğü depresif dönemlerinde hipokondriya, ölüm endişesi, paranoid kaygılar yoğunlaşır. Bu duygulanımlar, narsistik bireyin kendini neye karşı savunduğunu açığa çıkarır. Tüm gayreti, ona derin bir ıstırap veren değersizlikle yüklü benliğin inkârına yöneliktir. Mükemmel olmaktaki başarısızlık şiddetli utanç duygularını açığa çıkarır. Nevrotik bireydeki suçluluk duygusuna karşılık narsisistik kişinin merkezi duygusu yetersizlik hissine bağlı olarak ortaya çıkan utançtır.


Özellikle idealize ettikleri insanların kendileri hakkındaki duygu ve düşüncelerine aşırı bir hassasiyet gösterirler. Dışarıya karşı gösterilen imaj, narsisistik kişi için hayati bir önem taşır. Gerçekte ne olduklarından ziyade, nasıl göründüklerini daha çok önemserler. Bu kişiler için onaylanmak için gösterilen çabalar, benliğin ortaya konmasının önündeki engellerdir. Bu sebeple idealize ettikleri, özdeşim kurdukları bu bireylere özenir, onların görünüş ve davranışlarını yansıtmaya çalışırlar. Sürekli biçimde benliklerini, ideal benlikleriyle kıyaslayarak, istenen şartlara uygun olup olmadıklarını sınarlar. Başkalarını olduğu kadar kendilerini de acımasızca eleştiren bu bireylerin ideal benlikleri yüksek beklentiler içerdiğinden, bu kişiler kendilerini sürekli olarak eksik hissederler. Eleştiriye ve başarısızlığa karşı oldukça hassastırlar. Bu kişiler açısından “başarısızlık” rekabet içeren bir ortamda birinci, önde gelen ya da tercih edilen kişi olamamak anlamını taşır. Bu durumda kendilerini incinmiş ve küçük düşmüş hisseder, öfkeyle tepki verirler.


Kendini iyi hissetmenin tümüyle nesneye bağlı olan bu yol narsisistik kişinin kendisine yabancılaşmasına neden olur. Aslında, bilinenin aksine narsisistik kişi kendini sevmez. Bilinçdışında kendini değersiz, eksik, kusurlu ve küçük görür. Benliğiyle dışarı yansıttığı imajı arasındaki bu zıtlık narsisistik kişinin yapaylık, yapmacıklık ve sahtelik hissi yaşamasına yol açar. Sevgiyi, beğeniyi, hayranlığı elde ettiğinde, içten içe gerçekten sevilmediğini, aslında sevilenin sahte benliği olduğunu hisseder. Bu farkındalık, elde ettiği hayranlığın keyfini ve coşkusunu gölgeler.


Sevgi ve hayranlık narsisistik kişinin iç dünyasında eş anlamlıdır. Sevmek ve sevilmek için kusursuz, mükemmel, hayranlık uyandırıcı olmak gerektiğine inanır. Psikanalitik inceleme, sevilmemekten ve değer görmemekten yakınan narsistik bireyin aslında kendisinin kimseyi gerçekten sevmediğini ve değer vermediğini açığa çıkarmıştır. Narsisistik kişinin sorunu aslında sevilmemek değil sevememektir. Sevgisizlik, iç dünyadaki öfkenin libido üzerinde kurduğu hakimiyetin duygusal göstergesidir.


Narsisistik kişiler benliklerini ve dolayısıyla tüm spontan duygulanımlarını ketlediklerinden, duygu ve düşüncelerini tarif ederken sıklıkla “hissiz” terimini kullanırlar ve hiçbir hakiki duygu yaşayamadıklarından yakınırlar. Bu noktada, mitolojideki “Narkisos”la “Narkoz”un ortak “nark-” kökünden geldiğini ve “hissiz” anlamını taşıdığı bilinmektedir (Gabbard, 1994).


Yaşamlarının merkezinde ürpertici bir boşluk, can sıkıntısı ve anlamsızlık hissederler. İçsel boşluklarını doldurmak için çeşitli davranışlara yönelirler. Bunlar: Derinliği ve geleceği olmayan gelişigüzel yüzeysel ilişkiler, anlamsız veya sapkın cinsel etkinlikler, alkolizm, spor faaliyetleri ile bedene yönelik yapılan ‘aşırı’ yatırım, madde kullanımı, başarıya ilişkin yapılan ‘aşırı’ yatırımlar, işkoliklik; ideolojik, dinsel veya grupsal fanatizm şeklinde ortaya çıkabilir.


Narsisistik kişi, narsisistik çatışmaların yol açtığı içsel güçsüzlüğünü ya güce sahip olarak ya da gücün parçası olarak aşmaya çalışır. Kendini “potent” hissedemediği için “omnipotent” olmaya çalışır; bilinçdışında kendini “hiç” hissettiği içindir ki “hep” olmak ister. Güç atfettiği kişileri idealize etmesi, ancak ilk kusurlarında ya da yaşadığı hayal kırıklıklarında hızla gözden düşürmesi narsistik bireyin tipik davranışıdır.


Duygusal yaşamları sığdır. Diğer insanlardaki karmaşık duygulanımları fark etmede başarısız olurlar. Bu yüzden insanların duygu ve düşüncelerine empati göstermezler. Gösterir gibi göründüğünde ise bunun ardında, o kişinin minnettarlığını harekete geçirip onu kendi narsistik gereksinimleri doğrultusunda davranmaya sevk etmek yatar. Bununla birlikte kendi duyguları da farklılaşmamıştır; çabuk alevlenen ve sonrasında sönen duygulanımlara sahiptirler. Depresif yaşantıları deneyimleme kapasiteleri yoktur. Terk edildiklerinde veya hayal kırıklığına uğradıklarında görünüşte depresyona benzeyen tepkiler verseler de yakından incelendiğinde bu tepkilerin değer verilen kişinin kaybından duyulan gerçek bir üzüntüden çok, intikam arzusuyla yüklü kızgınlık ve kin olduğu görülmektedir.


İnsanların kendi arzularından bağımsız gereksinimleri, duyguları ve düşünceleri olduğunu kabullenmekte zorlanırlar. Kendilerinde görmeye tahammül edemediği, kurtulmaya, saklamaya çalıştığı eksik ve kusurlara sahip olduğunu düşündüğü kişileri küçümser, aşağılar ve değersizleştirirler. Kronik ve yoğun haset bu insanların duygusal yaşamlarının temel bir özelliğidir. Narsisistik kişiler, kendilerinde olmayana sahip olan veya hayattan zevk alıyor görünen insanlara karşı oldukça yoğun haset duyarlar. Bu sebeple kendilerini mükemmel hissettikleri zaman diğer insanların onlara haset ettiklerini düşünürler.


İnsanları, narsisistik gereksinimleri doğrultusunda davranmaya zorlamak tipik davranışlarıdır. Bu tutum “omnipotent kontrol” olarak adlandırılır. Bu bireyler adeta çocuksu bir beklentiyle dünyanın arzusuna göre şekillenmesini ister. Narsisistik yatırımda bulunduğu “iyi nesne”, arzusuna uygun davranmadığında birden “kötü nesne” ye dönüşür. Yoğun öfke duyguları barındıran narsistik kişilerde ‘omnipotent kontrol’ zaman zaman açık bir zorbalığa, saldırganlığa ve şiddete dönüşür. Antisosyal özellikleri belirgin narsistik kişiliklerde ise bu tutum sistematik bir saldırgan davranış halini alır.


İnsanlarla ilişkileri sömürücüdür. İlişkilerini sanki bir limonun suyunu sıkıp posasını bir kenara çıkarırmış gibi yaşarlar. İnsanlar onun için ya içinden alınıp çıkarılacak potansiyel narsistik besinlere sahip veya içi boş ve değersiz olarak görünürler. Narsisistik kişinin hayatında insanların temel işlevi onu doyurmak ve onu biricik, özel, ayrıcalıklı, önemli ve üstün biri olduğunu hissettirmekten ibarettir. Narsisistik destek bekledikleri kişileri idealleştirme, hiçbir şey beklemediklerini ise küçük görme, yok sayma eğilimindedirler.


Narsisistik kişiler aynı zamanda mesafeli, ölçülü ve kontrollü ilişkiler geliştirir. Yakınlık içeren duygusal ilişkiye giremez veya sürdüremezler. Çünkü yakın ilişkiler insanlardan ve kendinden sakladığı yaralı, boş, değersiz hissedilen ve aslında hiç de mükemmel olmayan gerçek benliğin açığa çıkma, fark edilme riskini taşımaktadır. Bu yüzden bu kişiler içsel dünyalarında aslında yoğun bir yalnızlık yaşarlar. Kendilerini oldukları haliyle serbestçe ifade edememeleri, gerçek duygularını yaşayamamaları nedeniyle insanlarla ilişkilerinde dışlanmış hissederler.


Çoğu zaman narsisistik kişilerin bağımlı oldukları düşünülür. Narsisistik geribildirimler elde etme noktasında ötekilere bağımlıdır. Bu sayede kendilerine dair olumsuz hisleri ve temsilleri bilinçdışında tutabilmektedirler.  Öte yandan ilişkilerde insanlara güvenerek, kendilerini onlara teslim edemezler. Böyle bir durumda zayıf benliklerinin zarar göreceğinden korkarlar. Aslında korktukları şey, diğer insanlara bağımlı olmaktır. Çünkü bağımlı olmak; muhtaç olmak ve kendini aşağılanma ve sömürüye açık hale getirmek demektir. Ötekine bağımlılık zayıflıktır, bu yüzden bu durum inkar edilir.


Temel fantezilerinden biri, hayranlık elde ettiklerinde diğerlerinin onun gereksinimlerini kendiliğinden doyuracakları veya hayranlık uyandırdıkları için onlardan bunları rahatlıkla isteyebilme hakkına erişecekleri hissidir.


NARSİSİSTİK BOZUKLUĞUN BAŞKA BİR TÜRÜ: GİZLİ NARSİSİST


Masterson’ın (1990) “gizli narsisist” olarak nitelediği bu kişiler büyüklenmeciliği ve benmerkezciliği, teşhirci narsistin yaptığı gibi doğrudan ve açıkça ifade etmezler. Gizli narsisist, narsisistik kişiliğini gizlerken, narsistik gereksinimlerin tatmin etmesine aracılık eden başka bir kişi, grup veya kurum arayışına girer. Bu sayede içsel güçsüzlüğünü idealleştirdiği bir figürün parçası haline gelerek gidermeye çalışmaktadır. Büyüklenmeci benliklerini, teşhirci tipte olduğu gibi açık teşhircilikle değil ötekinin yüceliğine sığınmak suretiyle şişirirler. Gizli narsisistler genellikle mahcup, çekingen ve içedönük görünürler. Teşhircilikleri uzun vadeye yayılan başarı projeleriyle kendini gösterir. Projenin başarıya ulaşması teşhirci arzulara doyum sağlar.


Gizli narsistik kişiler özgüvenlerini savunmasız durumlardan kaçarak veya başkalarının nasıl davranacağını gözlemleyip buna göre davranarak korurlar.


Özsaygılarını içsel olarak bağımsız bir biçimde düzenleyememe ve kendinden şüphe etme durumu, kırılgan narsisistlerin dışardan gelecek bildirimlere karşı aşırı duyarlı olmasına yol açar. Dolayısıyla kırılgan narsisistler özellikle sosyal değerlendirmeye yani başkalarının kabul ve övgülerine karşı oldukça hassastır (Hendin & Cheek, 1997).


Bu kişiler, kabul ve övgü alamadıklarında yani narsistik ihtiyaçları karşılanmadığında hayal kırıklığına uğrar. Hayal kırıklıklarına utanç, yetersizlik, depresif duygulanımları eşlik eder. Böyle durumlarda öfkelerini açık bir biçimde ifade edebilirler.  (Masterson, 1993).


NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU NASIL OLUŞUR?


Narsisistik kişilik bozukluğunun temelleri erken çocukluk döneminde (3-5 yaş arasındaki bir döneme karşılık gelir) atılır. Gelişimin bu döneminde küçük çocuğun önemli kişilerle (öncelikle anne veya anne işlevini gören kimse ve ikincil olarak baba) olan ilişkisinde yaşadığı şiddetli engellenme veya ihmal yaşantısı sonucunda ‘patolojik narsisizm’ bir savunma olarak ortaya çıkar.


Freud, narsisistik hastalara ilişkin gözlemlerine dayanarak yaptığı açıklamalarda, narsisizme iki uçta yer alan ebeveynlik biçimlerinin neden olduğunu öne sürmüştür:


Ebeveynin çocuğa aşırı değer vermesi, övmesi veya duygusal olarak ulaşılamaz, soğuk ve reddedici olması.


Freud, bu gibi durumlarda hastaların libidolarını uygun nesnelerden, sevdiklerinden ve dış dünyadan geri çektiklerini ve kendi libidolarını kendilerine döndürdüklerini, böylece narsisizm olarak adlandırılabilecek tavrın ortaya çıktığını, bunun da çocuğun başkalarını sevmesini ve onlarla pozitif ilişkiler geliştirmesini engellediğini ileri sürmüştür (Freud, 1914).


Nesne ilişkileri kuramcılarına göre narsistik patoloji, normal bebeksi büyüklenmeciliğe saplanma durumu değil, erken ilişkideki hayal kırıklıklarını telafi etmek amacıyla ortaya çıkan bir davranıştır (Balint, 1960; Fairbairn, 1954). Bir çocuk ebeveyn figürü ile empatik yanıtlar deneyimleyemediğinde, bu durumun hayal kırıklığı ve utanç duygularına ve narsisistik yaralanmalara yol açar (Miller, 2016). Dolayısıyla çocuk utanç duygularını telafi etmek için narsisist savunmaya geçer.


Nesne ilişkileri kuramcılarından Kernberg (1985) patolojik narsisizmin kronik olarak soğuk, reddedici ve ilgisiz ancak çocuğun bazı yönlerine hayran olan ebeveyn ile yaşanan deneyimlerden kaynaklanan düşmanlığa karşı bir savunma olarak geliştiğini öne sürer. Kernberg, bu durumun (kendini) idealize etme ve (diğerlerini) değersizleştirme ile sonuçlandığını paylaşmıştır.


 Kohut (1971/1977) çocuğun gelişimindeki kritik zamanlar boyunca uygun empatik geri bildirimde bulunulmadığı için çocuğun benlik saygısını düzenleme yeteneğini geliştiremediğini vurgulamıştır. Bu nedenle çocuğun ileride başkaları tarafından değerli algılanmaya çalışacağını ve bu sayede başkaları üzerinden benlik saygısını düzenleyeceğini vurgulamıştır. Aslında bireyin çocukluk sırasında alamadığı empatik geribildirimi bulmaya çalıştığını ifade etmiştir.


Ek olarak Kohut, ebeveynin kendi özgüvenini beslemek için çocuğa bir araç olarak değer vermesi ve çocuğun becerilerinin aşırı derecede abartılmasının çocuğun kendindeki herhangi bir kusurdan dolayı derin bir utanç ve suçluluk hissetmesine ve bunun narsisizme sebep olabileceğini öne sürmüştür. (Otway & Vignoles, 2006).


NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞUNDA PSİKOTERAPİ SÜRECİ


Terapide narsisistik özelliklere sahip danışan, genellikle sorunlarını kabul etmez. Sahip olduğu nitelikleri için terapistten hayranlık bekler. Yetersizlik, değersizlik duygularını keşfetmeye direnir. Bununla birlikte problemlerinin kaynağını dışsal sebeplerle ilişkilendirir. Bu bireyler, istediğini elde edemediğinde ya da elindeki kaybettiğinde depresyona girerek terapi sürecine başvurabilir. Özellikle şema terapi, narsisistik kişilik bozukluğunda oldukça etkili olan psikoterapi yöntemi olarak kabul edilmektedir.


Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.