Şimdi gözlerini kapayın. Kendinizi bir toplantı salonunda meslektaşlarınız, öğretmenleriniz ve arkadaşlarınız önünde konuşurken hayal edin.
Sesinizin titrediğini, terlediğinizi ve kızardığınızı, kalbinizin yerinden çıkacak kadar hızlı çarptığını, nefesinizin kesildiğini hissediyor musunuz?
Peki ya aklınızdan ‘çok kötü bir sunum oldu, şimdi rezil olacağım, kimse beni beğenmeyecek, yetersiz ve beceriksiz olduğumu anlayacaklar, hata yapacağım, reddedileceğim, aşağılanacağım, kaygılı olduğumu anlayacaklar’ gibi düşünceler geçiyor mu?
Adeta bu topluluğun karşısında çıplak ve savunmasız kalmış olduğunuzu düşünüyor ve bunun sonucunda yoğun bir kaygı yaşıyor musunuz?
Tüm bunlarla yüzleşmek sizi korkutuyor ve bunun gibi pek çok toplumsal alanda görev ve sorumluluk almaktan veya herhangi bir girişimde bulunmaktan kaçıyor musunuz?
Öyleyse bu noktada sosyal fobiden bahsedebiliriz.
Peki nedir sosyal fobi?Bu örnekte olduğu gibi kişilerin başkalarınca değerlendirilebilecek olduğu bir ya da birden çok toplumsal durumda belirgin bir korku ya da kaygı duymasıdır.
Peki bu durumlar nelerdir?
Peki sosyal fobinin sebepleri nelerdir?
Bu noktada kalıtımsal geçişin ve mizaç özelliklerinin belli bir rolü vardır.
Serotonin adı verilen bu kimyasal maddenin beyindeki oranının normalden az olması veya iletimde aksaklıklar bulunması sosyal fobinin gelişimine zemin hazırlayabilir. Mizaç özelliklerinden ‘tanıdık olmayan ortamlara, insanlara ve nesnelere aşırı korku duyma’ olarak tanımlanan davranışsal ketlenme de bu süreçte yer alan önemli bir diğer faktördür.
Bununla birlikte ebeveynler ve diğer otorite figürlerinin tutumları, beklentileri ve çocukluk yaşantılarının bu süreçteki etkileri yadsınamaz.
Genellikle tehdit edici, cezalandırıcı, reddedici, duygusal sıcaklıktan yoksun ve aşırı koruyucu ebeveyn tutumları çocuklarda korku, kaygı ve öfke duygularının yaşanmasına neden olur.
Çocuklukta alay eden, aşağılayan ve terk eden bu figürler içselleştirilerek benliğin bir parçası haline gelir. ‘Yer değiştirme’ savunma düzeneği ile cezalandırıcı bu tutumların, benliğin bir parçası olan ‘üst benlikten’ değil ‘dışarıdan’ geldiği düşünülür. Böylece bu figürlere karşı bireyin iç dünyasında duyduğu korku ve öfke çevredeki kişilere yansıtılır.
Bu noktada utangaçlık özelliği; reddedilme, aşağılanma ve başarısızlık duygularına karşı yapılan bir savunmadır.
Bununla birlikte çocuklarına ilişkin yüksek beklentilere sahip olan ebeveynler, çocukların bu hedeflere ulaşamaması sonucunda onları cezalandırabilir ve aşağılayabilirler. Bu durumun sonucunda çocuklarda ‘hata yapmamalıyım, başarısız olmamalıyım yoksa sevilmem’ şeklinde düşünceler kodlanır. Tüm bu düşünceler başarısızlık korkusunu doğururken, sosyal fobinin gelişimine de zemin hazırlar.
Çocukluk döneminde, toplumsal bir alanda yapılan bir görev veya etkinlik sırasında yaşanan olumsuz yaşantılar da bu süreci etkiler. Örneğin bir öğrenci ders anlatırken bir hata yapmış ve arkadaşları ona gülmüştür. O da rezil olduğunu düşünerek utanç hissine kapılmış ve bedensel belirtiler göstermiştir. Yaşanan bu olumsuzluk koşullu bir şekilde öğrenildiğinde aynı kişi, bir dahaki sefere aynı durumlar karşısında benzer tepkiler gösterebilir.
Ne yapmalıyım?
Her şeyden önce sosyal fobinin ruhsal bir problem olduğu kabul edilmelidir. Çekingen kişilik bozukluğu ile birlikte sık görülmesi, toplum tarafından bu özelliklerin genellikle efendilik olarak kabul edilmesi kişileri tedavi arayışından alıkoymaktadır.
Oysa kaybettikleriniz neler? İyi bir iş, bir arkadaş, yalnız olmamak, kendine güvenmek ve bir çok şey daha sıralayabiliriz. Bunun için en yakın zamanda ve yakınınızda olan ruh sağlığı uzmanlarından destek alabilirsiniz.